UA-36062800-1

30 Ağustos 2012 Perşembe

Samed Yeşil Liverpool'da

         Liverpool resmi sitesinden yapılan açıklamaya göre ,Almanya U18 Milli Takımı'nda forma giyen,Türk asıllı forvet oyuncusu Samed Yeşil,yapılan sağlık muayenesi sonrası Liverpool kadrosuna katıldı.

         ''Liverpool'un hayallerini süsleyen kulüp olduğunu söyleyen,Yeşil 1-2 yıl içerisinde hızla aşama kaydederek takıma girmeyi umduğunu belirtti.''

        2011 yılında 17 yaş altı Dünya Şampiyonası'nda ,Almanya adına 6 gol atarak,gümüş ayakkabı kazanan Samed Yeşil ile birlikte 6 Türk kökenli futbolcu daha, Almanya U17 takımında ilk onbirde forma giymekteydi.Aynı yıl düzenlenen Avrupa Şampiyonası elemelerinde de Almanya adına toplam 6,turnuvada da 2 maçta kart cezası yüzünden oynayamamasına rağmen 3 gol bulmuştu.

         Futbola BSV Düsseldorf'ta başlayan Samed, 2005'te henüz 11 yaşındayken Bayer Leverkusen'e transfer oldu.2011-2012 sezonunda A Takım ile antrenmanlara çıkmaya başlayan Samed,ilk Bundesliga maçına da, 14 Nisan 2012'de Hertha karşısında 81. dakikada Barnetta'nın yerine oyuna dahil olarak çıkmıştı.





       Samed bugüne kadar toplam 26 kez ,Milli Takım alt yaş kategorilerinde forma giyerken toplam 22 gol attı.
       
   

26 Ağustos 2012 Pazar

Metin Kurt Aramızdan Ayrıldı



      
Çok sıkı bir Fenerbahçe'li olan babamın, Metin Oktay'la birlikte büyük saygı duyduğu, iki Galatasaray'lı futbolcudan biriydi. Ve o saygıdeğer ''Futbol oyun olarak güzel, borsada kirli ve çirkin'' diyen devrimci, spor emekçisi, halk adamı Metin Kurt aramızdan ayrıldı.
      
Metin kendisi gibi futbolcu olan ağabeyi İsmail tarafından 1967 yılında PTT’ye satılmıştır. Bunun üzerine Metin kendisini hayvan pazarındaki satılık mallara benzetmiştir. Metin bu transferden sonra kendisini:

“Nasıl bu ülkede sesi yanık olan şarkıcı, yüzü güzel ve fiziği düzgün olan da nasıl film yıldızı oluyorsa, işte ben, bir genç adam da adale gücünü kullanıp futbolcu olmuş ve kapitalizmin fırsat eşitliğinden(!) yararlanıp bir başına köşeyi dönme olanağına kavuşmuştum. Böylece futbol arenalarında yeni bir gladyatör olarak doğdum…”
    
Bunun yanında Metin futbol camiasında ciddi anlamda ilk başkaldırıyı gerçekleştiren futbolcudur. Metin 1976 yılında Galatasaray Spor Kulübü’ne karşı verdiği mücadelenin Jean Marc Bosman’ın mücadelesine olan benzerliğini şöyle anlatıyor:
“Bugün, Avrupa futbolunun çehresini değiştiren ‘Bosman Olayı’nın ilk kıvılcımlarını o günlerde ben atmıştım. Futbolcuların özgürlüğünü ilan etmesi gerektiğini, arkadaşlarıma, yöneticilere, gazetecilere anlattım ama kimse anlamadı.

1973 yılında Galatasaray’da mukavelem bitmişti. Kulüp isterse iki yıl temdit etme hakkı vardı ama genelde kullanmıyordu. Kulüp iki senelik maaş tutarını yatırıp sözleşmeyi iki sene daha uzatabiliyordu. Dolayısıyla, yapılan iki yıllık mukavele dört yıllık oluyordu. Futbolcu isterse sözleşmeyi uzatamıyordu, ancak kulüp uzatabilirdi.

Ben bu uygulamayı antidemokratik bulduğum için, protesto etmek amacıyla sakal bıraktım. Futbol arenalarının tek sakallı futbolcusuydum. 28 bin TL karşılığında Galatasaray’da futbol oynadım. 110 bin TL verdiler, kabul etmedim. Bu durum Avrupa basınına da yansıdı. O sırada Galatasaray’ın Avrupa kupası elemelerinde,  Atletico Madrid maçı vardı. İspanya gazeteleri benimle röportajlar yaptı Yapılan bu röportajlar Avrupa basınında büyük yankı uyandırmıştı.” 

Banu Güven'in programında anlattıklarından:
"1976 yılında Türkiye Kupası yarı finalinde Ankaragücü’ne eledik ve yönetmeliğe göre prim 10’ar bin liraydı. Aradan bir ay geçti ama primler verilmedi. Ben hem takımda hem de milli takımda sporcuların sözcüsüydüm. Arkadaşlar primi bana sordular ve tam o esnada içeriye o zamanki yöneticilerden Turgay Abi girdi. Ben ‘Ne oldu primler?’ dedim, o da ‘Top mu oynadınız?’ karşılığını verdi. Ben de ‘Yönetmelik ona bakmıyor’ dedim. ‘Eledik finaldeyiz, prim’ dedim. ‘Siz fazla oldunuz, hep konuşuyorsunuz, bundan sonra ben ne dersem onu yapacaksınız’ şeklinde faşist bir tavır sergiledi.

Ben arkadaşlarımı topladım ve ‘Bu arkadaşın yaptığı uygulamayı spor emekçisi olarak içime sindiremedim, tepki koymalıyız’ dedim ve ‘Daha da azdıracak’ diye ekledim. Ceza yönetmeliğinde antrenmana geç gelmenin cezası 250 liraydı. ‘Yarın idmana geç geleceğim, katılmak isteyen var mı?’ diye sordum, ertesi sabah herkes yanımdaydı. Yasin, Gökmen, Büyük Mehmet ve o zamanın büyük futbolcuları. Fatih, o zaman özel işi için Adana’daydı ve orada olmasa da sonra da konuştuk ki katılacaktı.”

“Burada önemli olan ondan sonraki süreçtir. Antrenmana yarım saat sonra gittik ve idman iptal edilmişti. Turgay Abi soyunma odasına geldi. ‘Türk futboluna anarşi soktunuz, elebaşı da sensin’ diyerek beni gösterdi. Ben de, ‘Turgay Abi ben senin akıllı olduğunu biliyordum ama bu kadarı... Tabii ki benim, kim olacaktı’ dedim.

Beni, ‘yardakçısınız’ dediği Yasin ve Büyük Mehmet’le birlikte, Ekrem ve Aydın’ı da kadro dışı bıraktı. arkadaşlara, ‘Tek başımıza mı mücadele edeceğiz yoksa birlikte miyiz?’ dedim. Herkes yemin etti ve ‘Birlikteyiz’ dediler.

Ertesi gün, basına yanlış aktarılmıştı olaylar, Yasin’le durumu açıklamak için basın toplantısı yaptık. Döndüğümüzde baktık ki, bütün futbolcular kampa gitmiş, baskıya dayanamamışlar, biz 5 futbolcu kadro dışı kaldık.”

“Mücadeleye devam ediyorduk ve tribünler de, alınan kötü sonuçların ardından ‘5’ler sahaya’ demeye başlamıştı. Giresunspor mağlubiyeti sonrası ‘Turgay istifa, 5’ler sahaya’ sesleri yükseldi. Tam mücadeleyi kazanacaktık ki, o dönemin ünlü bir sosyal demokrat gazetecisi Yasin ve Büyük Mehmet’i çağırarak, "Metin Kurt fazla sola kaydı, spor ortamında işi bitti, onunla birlikte olmayın; özür dileyin, geri dönün" demiş. onlar da özür diledi; o gazeteci Abdi İpekçi’ydi... Oysa biz onun yazılarını takip ederdik.”

“Sonuç olarak tek başıma kaldım ve Kayseri’ye gittim. Baktım orada değişik ortam yaratma durumu yok, futbolu bıraktım.... Türkiye’de spora siyaset bulaşmasın deniyor ve ‘Ne sağcıyız ne solcu futbolcuyuz futbolcu’ söylemi var ya, o söylem sağın spor siyasetidir. Söylenmek istenen solun spora bulaşmamasıdır..."

“İzmir’de Polonya’yla milli maçımız vardı. bu maç yöneticiler için de halk için de çok önemli bir maçtı. Çünkü o maçta kazanırsak bir moral kaynağı olacaktı halka. ve o maçı biz 1-0 kazandık. maçtan sonra halk -biz otobüse bindik- halk neredeyse otobüsü omzuna alacak, öylesine coşkulu. o sırada pencereden dışarıya bakıyorum ben, bir baktım bir çocuk kalabalığın arasından fırlayıp geldi. zıplaya zıplaya şeye de vuruyor, Metin Abi! Metin Abi! diyor bana diyor ayakkabının bağını verir misin? Şimdi ben napayım napayım derken bizim otobüs hareket etti,  o sırada bir baktım ki çocuğun ayakları çıplak. Ya çıplak bir çocuk bizden ayakkabı bağı istiyor, ondan sonra düşündüm dedim ki abi biz ne işe yarıyoruz acaba?  Biz bu işi yapıyoruz da kimin için yapıyoruz, kimin yararına yapıyoruz?”

"...trilyonların döndüğü bir spor pastası var. Kimler kazanıyor kimler kaybediyor bu sorgulanmalı. Türkiye'de spor denince akla futbol, futbol denince de akla 40-50'yi geçmeyecek oyuncu ve dört büyük kulüp geliyor.  Halbuki milyonlarca genç ve 500 bini geçen spor emekçileri var, ama herkes bu 40-50 kişi üzerinde bu işi organize ediyor. Medyada bir sürü spor programı yapılıyor. Hiç spor gerçeğinin tartışıldığını gördünüz mü?  Sporcu, posası sıkılıp çöpe atılacak bir meta durumunda. Yapmamız gereken bu ortama müdahaledir..."

İslam Çupi: “Metin Kurt, renk aşkı denen bir sosyal körlüğün, sırt sıvazlama denen afyonun günümüzde insan mutluluğu için yetmeyen donmuş haklar olduğu şuuruna varmış bir isyanın kişisidir. metin kurt, türkiye’de futbolcu aklı aut çizgisine kadar devam eder şeklinde tarif edilen saha inşasının haklarına birtakım boyutlar kazandırmak istediği için sivri adam olmuştur.”

9 Ağustos 2012 Perşembe

İyi Topçu Ama..

    Yıllardır dillere pelesenk olmuş bu söz Puma tarafından t-shirt yapılmış.73,5 TL fazla pahalı bence.
Şurada Satılıyor

Usain Bolt

         Olimpiyatlarda en önemli dal atletizm, onun da zirvesi 100 metre erkekler finalidir. Yıllarca kırılan her rekorda,artık bu rekorun geçilmesinin imkansız olduğu söylenedursun,hep rekorlar kırılmaya devam etti.Hiç şüphesiz ki, ben de dahil olmak üzere,pek çok insan son yıldız Usain Bolt'un rekorunun kolay kolay geçilemeyeceğini düşünüyor.  
     
   
  Bolt, 2008 Pekin Olimpiyatları'nda 100 metreyi 9,69, 200 metreyi ise 19,30 saniyede koşarak her iki mesafede de olimpiyat ve dünya rekorları kırmıştı.

2009 Dünya Atletizm Şampiyonası'nda 100 metre'yi 9,58 saniyelik bir derece ile koşarak kendisine ait olan Dünya Rekoru'nu bir yıl sonra, yeniden 16 Ağustos'da kırdı.


2009 Dünya Atletizim Şampiyonasında 9,69'luk rekoru 9,58 saniyeye çekerek, 9,60'ın altına indirilemez denen rekora imza attı ve tekrar birincilik madalyasını aldı. 3 gün sonra ise 200 metre yarışında kendisine ait olan 19,30'luk dünya rekorunu 19,19'a çekti ve altın madalyanın sahibi oldu. Bu sonuçla 100 ve 200 metrede peş peşe hem olimpiyat hem de dünya şampiyonası dublesi yapan ilk atlet oldu.

   Kısacası adam şaşırmış beyler. Londra Olimpiyatları öncesinde elemelerde ,vatandaşı Johan Blake'e hem 100 hem de 200 metrede geçilen Bolt'un kazanamayacağını düşünenler artmıştı. Hatta eski rekortmen Marion Jones, Johan Blake'i favori gördüğünü, Bolt'un yavaş çıktığı için onu geçemeyeceğini söylemişti.



Fakat Bolt, yine çıkışta geride kalsa da 9,63'le olimpiyat rekorunu kırarken,Johan Blake 2. likle yetinmek zorunda kaldı. Şimdi de Hıncal Uluç, Bolt'un tespit edilemeyen bir doping madddesi kullanıyor olabileceğini söylüyor.Kim bilir belki de haklıdır.
      

Fenerbahçe :1-1: Vaslui







           Öncelikle uzun bir Kadıköy maç günü özleminden sonra, tekrar Yoğutçu Parkı'nda buluşmak, arkadaşlarla hasret gidermek, maç öncesi harika atmosferde onbinlerce çubukluyla buluşmak harikaydı.Bu yıl maç öncesi bilet bulma telaşım olmayacak kombinem hazır, ne yazık ki Saracaoğlu'nda son maçımızda polislerin yarattığı terörden dolayı verilen,saçmasapan 5 maçlık ceza kaldırılmadı.

           Maç öncesi düşüncem zor olacağıydı. Bu hem takımın henüz hazır olmadığının hazırlık maçlarında net bir şekilde gözüküyor olmasından, hem de orta sahada, topu dikine oynayabilen,tempo yapabilen tek oyuncumuz olan Emre'nin ayrılması ve yerine o tipte bir oyuncu alınmamasından kaynaklanıyordu.Transfer edilecek diye Tino Costa, hatta Wesley Sneijder'in bile adı geçti. Ancak bir Aziz Yıldırım dönemi klasiği olarak, yine Avrupa Kupası maçlarına transferler yetişmedi. Defalarca kez ''Turu geçersek transfer yapacağız.'' açıklamalarına şahit olmuş olan biz, yine aynı saçmalıkla karşı karşıya kaldık.Mehmet Topal,Hasan Ali,Salih ve Kuyt transferlerini elbette ki unutmadım, Ancak öncelikli ihtiyacımız yukarıda da belirttiğim gibi orta saha idi.

          Maçtan önce Vaslui takımını daha önce izlemiş olan arkadaşlar, defanslarının kısa oyunculardan oluştuğunu, haliyle kenarlardan hücum etmemiz gerektiğini,direk gol bulamasak bile seken toplardan gol bulma ihtimalimizin yüksek olduğunu söylüyorlardı.


          İlk 11'i gördüğümde Aykut Hoca'nın planının Cris,Alex ve Semih'le 2'ye 1 ler yaparak,göbekten hücum etmeyi düşündüğünü fark ettim. Özellikle Semih seçimi endişe vericiydi. Semih geçen yıldan beri maç temposunu bir türlü yakalayamadı. Bu da Vaslui takımını bir çok blogger kadar bile incelemedikleri konusunda şüphelenmeme yol açtı.
         
          Mehmet Topal defansı üçleyecek,bu da beklerin daha ilerde pozisyon almalarını sağlayacaktı.Teoride kenar beklerinin daha ilerde pozisyon almaları elbette ki harika bir düşünce. Fakat salt olarak bunu yapması için Mehmet Topal'ı almaya gerek yoktu yani. Bu kadarını Fenerbahçe'lilerin asla yıldızının barışmadığı Selçuk Şahin de pekala yapabiliyor. Ayrıca Stoch'un olduğu kanat bekinin önde pozisyon alması da, sık sık ileri çıkması da söz konusu olamaz.Ben kesinlikle temposu yüksek olan, her daim oyunun içerisinde kalan, bek çıktığında gerekli yerde pozisyon alan, pas alternatifi yaratmak konusunda da Stoch'tan çok daha arzulu olan Caner'i seçerdim. Stoch sert, mücadele dozu yüksek olan maçlarda hep hayalkırıklığı yarattı. Denk gelecek de çaprazdan yakalayıp gollük bir şut atacak diye beklemek anlamsız geliyor bana. Stoch üzerine eklemezse benim nazarımda 60'dan sonra oyuna girebilecek bir oyuncu. 12 milyon 'ya satılmadığı söyleniyor ki, buna hiç anlam veremedim.

        

        
İşte ilk 11 aşağı yukarı solda gösterdiğim gibi diziliydi aşağı yukarı.

     Rakip stoperlere ve Mehmet Topal'a baskı yaparak başladı. Cristian'ın da sorumluluk alarak topu alıp, ileri taşımaya yardım etmemesiyle birlikte, sürekli yan pas yapan bir takım görüntüsü verdik.Zaman zaman Alex top alıp oyunu açmak için geriye geldiyse de,43. dakikada rakip kaleye sırtı dönük top alan Alex,kaptırdığı topta rakibi düşürüp sarı kart bile görüyordu.
    
     Stoch ise kanattaki Hasan Ali'ye savunma anlamında hiç destek vermediği gibi, hücum ederken sürekli iç kısımda kalarak oyunun sıkışmasına da katkı verdi. İçerde kaldığı anlarda bile ilginç bir şekilde topla neredeyse hiç buluşmadı, pas alış-verişine de zerre kadar katkı yapmadı. Hasan Ali'nin de hücuma çıkamayışının başlıca sebebi oldu, tahmin ettiğimiz gibi. Hasan Ali transferine şüpheyle yaklaşıyordum, ancak ümit verici olduğunu söylemeliyim. Temposu aşağı yukarı Ziegler gibi olan Hasan Ali;hücuma çok destek veremiyor ancak sürekli dediğim gibi Stoch'un arkasında, Roberto Carlos da olsa orta sahayı geçemezdi.

      İlk yarı ileri doğru top yapamayan Fenerbahçe karşısında, her kalabalık geldiğinde etkili olan Vaslui,neyse ki final paslarını iyi yapamadı da soyunma odasına gol yemeden gidebildik.

      İkinci yarıya Stoch-Caner değişikliği beklerken, Aykut Hoca Semih'le Topuz'u değiştirerek, Dirk Kuyt'ı forvete çekti. Bu değişiklik alışageldiğimiz Mehmet Topuz tempo katması durumunun etkisi ve Kuyt'ın ileride Semih'ten daha diri görüntü vermesiyle bir miktar daha önde oynayabilmemizi sağladı.Buna 61. dakikada nihayet Stoch'la değişen Caner Erkin de büyük katkı sağlarken,top çok daha fazla Fenerbahçe'de kalmaya başladı.

      Rakip de ön alanda baskı yapmaya devam ederken, Vaslui'nin sert oyununa hakemin de prim verdiğini söylemeliyim. 70. dakikada Egemen'in , Mehmet Topal'ın gereksiz pasını iyi kontrol edememesi sonucu yenilen golle 1-0 geriye düştük.

     Bu dakikadan sonra tribünlerin de bastırmasıyla önde basan,zorlayan bir Fenerbahçe izledik.Kanatlardan gelmeye başlayan, birkaç ceza sahası şutu da deneyen takım, son dakikada bir yan toptan Bekir'in kafasıyla eşitliği yakalayarak, rövanş için umudumuzu korumamızı sağladı.